Wednesday, June 30, 2021

ADANALI YAŞAR KEMAL İLE HELSİNKİ 1975

            Dünyaca ünlü yazar Yaşar Kemal ile Helsinki, 1975     
           Copyright © 2021 All rights reserved - Tüm hakları saklıdır

Helsinki Üniversitesinde son sınıfa başlamıştım. Bir gün Türkiye Büyükelçiliğinden telefon geldi. Büyükelçinin sekreteri, gelecek hafta Türkiye'den o zamanın dünyaca tanınmış, Nobel ödülüne aday yazar Yaşar Kemal'in Helsinki'ye geleceğini; 3 günlük ziyaret sırasında Finlandiya TV ve radyosunda yapılacak programlara tercüman aradıklarını ve müsait olup olmadığımı sordu. 

Büyükelçilik bütçesinin kısıtlı olduğunu, ama kitapları Fince yayınlayan Tammi Yayınevinin basın toplantısı ve kitapçıdaki imza merasimi için ayrıca tercümanlık ücreti ödeyeceğini bildirdi... Lisedeyken edebiyat öğretmenimizin önerisi üzerine İnce Memed'i okumaya başlamış, ama yarıda bırakmıştım. Heyecanlandım, büyükelçinin sekreteri Finli hanıma "bu benim içim büyük bir onur, yayınevinin ödemesi bana yeter" dedim ve bu iş teklifini memnuniyetle kabul ettim. 

DÜNYACA ÜNLÜ YAZAR YAŞAR KEMAL GELDİ

Büyükelçi Türk yazarın gelişte Helsinki Havalaanı VIP salonundan alınmasını organize etmiş. Ben de karşılamaya gittim, karşılayanlar arasında en son kişi olarak kendimi tanıttım ve elini sıktım, "Hoşgeldiniz Yaşar bey" dedim. Bana döndü ve dedi ki: "arkadaş ben bey mey değilim, Toroslardan Anavarza yaylasından gelen bir abinim senin. Onun için bana Yaşarkemal de, tamam mı?"

Yayınevi, Milli Müzenin ilerisindeki Continental Hotelde oda ayırtmış, Yaşar Kemal ve eşi Tilda hanım ile orada kaldılar. Ertesi gün Radyo, TV, yayınevi, Basın Toplantısı derken zaman su gibi aktı. Yaşarkemalin söylediklerini Finceye çevirdim. Sorulan soruları Türkçeye çevirdim. Onunla dost oldum. Yayınevinin verdiği akşam yemeğinde hayatımda ilk defa pembe balık (Somon balığı) yedim...

CUMHURİYET GAZETESİ

Son sabah otele vardığımda lobide oturmuş gazete okuyarak beni bekliyordu.  Selamlaştık, sefirin hanımı Yaşarkemalin eşini otelden almış müze gezdirmeye ve diplomat eşlerinin toplantısına götürmüştü. "Doğum yeriniz Adana mı?" diye sordum. Yaşarkemal, "Torosların yayla köyünde doğmuşum ama köklerim dünyanın en mavi gölü olan Van'dadır" dedi ve elindeki Cumhuriyet'i uzattı: al, sonra okursun dedi. 

Üç günlük samimiyete güvenerek, sağol o gazete bana ağır geliyor, yazılanları anlamakta zorluk çekiyorum dedim. "Bana bak Ismail: rumca politika, arapça siyaset her gazetede var, Tercüman'da da var, Son Havadis'te de!". Ben de ona "Haklısın benim Ahmet dedem de sözünü ettiğin o iki gazeteyi okur, ama ben Milliyetin spor sayfasından şaşmam" dedim. 

 
     Hotel Marski, Helsinki - Copyright © 2021 All rights reserved - Tüm hakları saklıdır

HELSİNKİ ŞEHİR GEZİSİ

Gazeteyi masaya bıraktı, "bugün bana Helsinki merkezindeki önemli binaları ve heykelleri göstermeni isterim, sonra da biraz alışveriş yapalım" dedi ve meşhur Mannerheimin caddesine çıktık. Kansallismuseo, Milli Müze ve Eduskunta, FBMM önünden yürüyerek 15 dakikada Helsinki merkezine indik. BioRex sineması karşısında Mareşal Mannerheim'in atlı heykelinin önünde durup Yaşarkemal'e 1918'de kurulan genç Finlandiya Cumhuriyetinin tarihini kısaca özetledim ve o dikkatle dinledi.

"Demek ki Ruslar, 2.dünya savaşında Almanya'nın yanında 5 yıl savaşıp Eylül 1944'de teslim olunca işgal ettikleri stratejik konumdaki Finlandiya'dan birkaç yıl sonra çekilmişler! Rus lider Nikita Kruşçef ile kişisel dostluk kurup, onu Rus ordusunun Finlandiya'dan çekilmesi konusunda ikna eden cumhurbaşkanı Urho Kekkonen'i takdir etmek gerek" dedi.

Kolmen Sepän patsas, Üç demirci heykeline uzun uzun baktı ve "bu bana işçiler arasındaki dayanışmayı anımsattı" dedi.  İsveç Tiyatrosunun arkasında Esplanad Parkındaki ünlü şair Eino Leino'nun heykelinin önünde resmini çekmemi istedi. Yemyeşil parkın içinde geçip Baltık Denizi Sahilindeki Kauppatori pazaryerine ulaştık. 

Buradaki çadırlı kahvede oturup mola verdik. Kahve ile tarçınlı çörek yerken, ben şu beyaz ve kırmızı gemilerin İsveç'in Stockholm limanına gittiğini söyleyince, "Helsinki'ye bir daha gelirsem, bu gemilerle Stockholm'e gitmek isterim" dedi.

Cumhurbaşkanı sarayının, İsveç Elçiliğinin ve Helsinki Belediyesinin önünden geçip Aleksander caddesine yürüdük. Stockmann'a gelmeden yolun solundaki Finlandiya'nin ünlü gümüş mağazası Kalevala'nın vitrinine göz attı ve "içeri girelim mi? "dedi. 

Beğendiği gümüş kolyelerden iki adet alacağım deyince ben de "kime" diye sordum. "Sana ne kardeşim" diyerek beni tersledi. Ben "kusura bakma, gayri ihtiyari sordum" deyince, "tamam Ismail kardeş sana söylerim, ama ölümü öp, aramızda kalsın" dedi ve kolyeleri kimlere aldığını açıkladı! Yaşarkemal 2015'de rahmetli olup öteki dünyaya göçtü, ama bu sır bende kalacak!

Öğle yemeği için 1970'lerde Finlandiya'nın en büyük ve prestijli mağazası Stockmann'ın üst katındaki Cafe'ye çıktık. Yemek yerken bir yandan da çocukken bir kazada sağ gözünü kaybettiğini, gençliğinde ırgatlık, amelebaşılık ve bekçilik yaptığını; yazarlığa başladıktan sonra yazdıklarından dolayı birkaç kere mahpusa girip çıktığını anlattı. 

Çok güzel Osmaniye fıkraları anlattığım için her hapise girdiğimde, çoğu hırsız, dolandırıcı ve katil olan kader arkadaşlarım bana "Hoşgeldin Yaşarkemal, seni özledik derler" dedi.

Kemal'in Helsinkideki bir dostuna yazdığı mektup. Tuula Baytaş'ın izniyle
Copyright©2022 All rights reserved

Amcam yaşındaki Yaşar Kemal ile Helsinki'de dolu dolu geçirdiğim üç günden bu güzel hatıralar kaldı. Uzun boylu, kilolu ve dobra dobra bir adamdı. Son akşam vedalaşırken bana sordu: "yahu sen bu tuhaf Fince dilini nasıl öğrendin, sözlük kullanıyor musun?" Ben de: "kitapçılarda Fince-Türkçe sözlük aradım, bulamadım" deyince, "hah işte o ilk sözlüğü sen yaz" dedi. 

Istanbul'a geldiğinde Cağaloğlunda beni bul, sana matbaa ayarlarım ve benim yayınevim sana karaborsadan kuşe kağıt da temin eder" dedi! Bu Adanalı rahmetli yazar Yaşarkemalin önerisi hayatımda yeni bir sayfa açtı: Yazarlığa başlayacaktım...  

 Copyright © 2021 All rights reserved - Tüm hakları saklıdır

Sunday, June 20, 2021

ÖLÜM FİLMLERDEKİ GİBİ DEĞİLDİR - DEATH IS NOT LIKE IN MOVIES

Bir insanın son nefesini verip ölmesi, sinema filmlerinde gösterildiği gibi değilmiş! Ölmek üzere olan yakınımın yanında olup hiç bir şey yapamadan seyretmek, asla unutulmayacak şekilde acı verici, çok korkunç bir olay. Ve çocukluğumdan beri beni rahatsız eden birinci elden bir deneyimim var.

Annemin ağabeyi Hasan Akdur dayım, biz Ulus otobüs durağında 8 numaralı Keçiören otobüsünü beklerken yanıbaşımda can verdi. Ben 13 yaşındaydım ve o 50'li yaşlarının sonlarındaydı. Hasan dayı, zayıf olmasa da kilolu değildi ama gençliğinde çok rakı içermiş ve aşırı derecede tütün tüketirmiş. Yaşlanınca içkiyi bıraktı, ama o devirde şehirlerde yaşayan erkeklerin çoğunun kullandığı tütün tiryakiliğinden kurtulamadı. Günde 10-12 fincan kapkara Türk kahvesi içerdi. Şimdi düşününce kalp krizinin köşede Hasan dayımı beklediğini görebiliyorum… Ve ecel dayıma o güneşli bir akşamüstü Ankara'nın işlek merkezlerinden biri olan Ulus'ta bir otobüs durağında benim yanımda rastgeldi!

George Floyd gibi “nefes alamıyorum” dedi ve sırtüstü yere düştü. Gözleri geri döndü ve zor nefes almaya başladı. Boğazından hırıltı ve homurdanma sesleri geliyordu. Sonra bacakları yarı yukarı kıvrıldı, seğirdi ve birkaç defa havayı tekmeledi. Sanırım dayım son nefesini veriyor diye düşündüm…

Otobüs durağında bir kaos yaşandı: bekleyenlerin bir kısmı etrafa toplanmış, kimi endişeyle izliyor, "kimi telaşla su getirip, kolonya var mı? "diye soruyordu… Bir genç ağabey delicesine dayımın gömleğinin üst düğmesini çözmeye çalışıyordu. Ben orada  hıçkıra hıçkıra ağlamaktan başka ne yapacağımı bilmiyordum. O devirde (1959 sanırım) açıkçası kimse ilk yardım, CPR ve ağızdan ağıza yapay solunum yardımı gibi canlandırma, ilkyardım teknikleri bilinmiyordu.

Kalabalıktan bir adam önümüzdeki Çankırı caddesine fırladı ve geçen bir taksiyi durdurdu. Durakta bekleyen insanların yardımıyla dayımı yerden kaldırıp taksiye bindirdiler ve şoförden bizi en yakın hastane olan Numune Hastanesi'ne götürmesini istediler. Dayımı taksinin arka koltuğuna yatırırlarken onun yattığı yerde küçük bir idrar birikintisi farkettim. Taksinin ön koltuğuna bindim. Şoför klakson çalarak son hızla hastaneye giderken arkadaki dayım sessiz ve hareketsizdi.

Hastaneye geldiğimizde dayımı muayene ettiler ve doktorlar "maalesef çok geç, Allah rahmet eylesin dediler. Dedem hastaneye gelmeden yolda can vermişti. Bir doktor amca bana, “oğlum evine git ve anne babana buraya gelmelerini söyle, ölüm raporunu imzalamaları gerekiyor dedi.

O günlerde herkesin evinde telefon yoktu. Ayrıca taksi tutacak param da yoktu. Bu yüzden anneme olanları anlatabilmek için hastaneden eve 3-4 km yolu ağlayarak ve koşarak gittim ve kapıyı açan anneme “anne, dayım öldü“ dedim. Annem elini başına koyup “Ah Hasan ağabeyim benim” diyerek hıçkırmaya başladı…

Ben evde kaldım, annem babamın işyerinden alıp beraberce hastaneye gitti. Geçirdiğim büyük şoktan sonra çok sevdiğim dayıma veda etmek için hastaneye gitmeye cesaretim kalmamıştı. Bu şimdi pişman olduğum bir şey! 

Copyright Hal Aral © 2021 All rights reserved - Tüm hakları saklıdır


                          Hasan dedemin kabri - Copyright © 2021 All rights reserved    

DEATH IS NOT LIKE IN MOVIES

The way a person dies is nothing like as we are shown in motion pictures. It is more painful, very graphic, and horrible. And I have a first-hand experience that haunts me since my childhood.

My mother’s older brother uncle Hasan, (Hasan Dayı) died from a heart attack when we were waiting for the bus. I was 13 and he was in his late 50s. Uncle Hasan was not overweight, although not slim, but he used to drink a lot of raki and wine, and used to smoke a lot, he was a real chain smoker. He quit drinking later when he got older but couldn't quit smoking as most of the men smoked tobacco those years... He used to drink those strong Turkish coffees in one slurp, and probably more than ten fincan (Turkish coffee cup) every day. Now I can see that heart attack was waiting for Uncle Hasan around the corner! And that day came one sunny afternoon at a bus stop in Ulus, a busy centrum of Ankara.

He said, “I cannot breathe”, like George Floyd, and fell on the ground on his back. His eyes rolled back and started gasping for air. Loud noises were coming from the throat, scary wheezing, grunting sounds. Then his legs were curled half-up, twitching, and sporadically kicking the air. I think he was giving his last breath.

People waiting in the bus stop gathered around, some watching with horror, others fetching water and asking if anyone has cologne. Another person was madly trying to undo his top shirt button. And there I was did not know what to do other than sobbing. In those days (1959 I think) obviously nobody knew first aid, CCPR and mouth-to-mouth resuscitation.

A man from the crowd jumped out to the Çankırı street and stopped a passing-by taxi, with the help of others they put him in and asked the driver to take us to Numune Hastanesi, the nearest hospital. When they bundled him to the taxi, there was a small pool of urine on the ground where he was lying. I set in the front. On the way to the hospital, my uncle at the back was quiet and motionless.

When we arrived at the hospital doctors checked him and said to me: too late! He was already dead… They ordered me to get my parents to fill out some papers. In those days there were no telephones in everyone’s home and certainly no mobile phones. I also did not have money to hire a taxi. So, I had to run 3-4 km from hospital to home to let my mother know what happened.

I did not have the courage to go to the hospital to say a final goodbye. This is something I regret now.   -Hal Aral, Sydney

Copyright Hal Aral © 2021 All rights reserved - Tüm hakları saklıdır

Wednesday, June 9, 2021

FRANSIZCA DİL KURSU - COURS DE FRANÇAIS


YABANCI DİL EĞİTİMİ

Yabancı dil öğrenimine Ortaokulda Gatenby kitabıyla başladım. İlk dersimiz Mr and Mrs Brown ve George/Corç idi. Ortaokul ve Lisede İngilizce öğrenmekten çok muhtemel imtihan sorularını ve cevaplarını öğrendik. 

Ciddi bir ingilizce eğitimine Hacettepe Üniversitesinde hazırlık sınıfında hocamız olan patates tarlalarıyla ünlü Idaho eyaletinden gelen Amerikalı genç John Peterson ile başladık. Adam başta bize: "ben buraya sınav yapmaya değil, İngilizce öğretmeye geldim" dedi... İyi niyetli ve yılmaz bir  öğretmen olan John bir yılda bize iyi seviyede İngilizce öğretti. Thank you John!

Finceyi Finlandiya'da ilk geldiğim ilk yıllarda öğrendim. Orada yaşadığım 33 yılın 5 yılı Helsinki Üniversitesinde okumakla, kalan 28 yıl da çalışmakla geçti. Akşamları iş sonrası evde original Alman malı Olympia daktilom ile sözlük, gezi rehberi ve Türkiye turistik tanıtım kitapları yazdım. 

Yeminli tercümanlık sınavını verip resmi tercümanlık yaptım. Birkaç akçe topladım. Yarısı banka kredisiyle olmak üzere Helsinki, Kallio mahallesi 4. Linja 26 adresinde bir daire alıp kira ödemekten kurtuldum.


            Helsinki Üniversitesi Porthania binası, 5 yıl burada okudum.  - Copyright © 2021 All rights reserved -Tüm hakları saklıdır 

ISVEÇÇE ve FRANSIZCA

İsveç dili ve Fransızca ilgimi çekiyordu. Hobi olarak 2 yıl akşamları İsveççe kursuna gittim. İsveç Dil Enstitüsünün davetine katılıp 90'lı yıllarda bir yaz Atlantik sahilinde Grebbestad tatil beldesinde; iki yıl sonra da Hässelbystrand dil okulunda birer aylık yaz kurslarına katıldım. Temel isveççeyi öğrendim, ama kulağa melodi gibi gelen konuşmayı ve güney İsveçlilerin "sche-khe" sesini ancak ülkede yaşayanların öğrenebileceğini anladım.

Helsinki'de "Institut Français", Fransız Dil Enstitüsünün kursuna gittim. Biraz Fransızca öğrenince Finnair'in personel biletiyle Afrika ülkesi Fas’ın tatil beldesi Agadir’e gittim. Doğuda muhteşem Atlas dağları, batıda altın kumlu plajlarıyla Atlantik Okyanusu sahilindeki Agadir ve yakınındaki Marakeş muhakkak görülmesi gereken yerler...

AFRİKA'NIN ATLANTİK OKYANUSU SAHİLİ: AGADİR

 

Şehir merkezine yakın, kumluk sahilde yer alan havuzu ve şirin botanik bir bahçesi olan 4-yıldızlı Royal Tafukt Hotele yerleştim. Otelde neredeyse bütün personelin kadınlardan oluşması dikkatimi çekti. Oda temizliğini yapanlar, resepsiyon görevlileri, garsonlar ve aşçılar genç ve orta yaşlı kadınlardı. 

Koca otelde bir bellboy ve bir de manager müdürbey dışında erkek çalışan görmedim. Kendi kendime, "erkekler muhtemelen tarım ve sanayi sektörlerinde çalışıyorlardır" diye düşündüm.

Ertesi sabah otelden kalkan günübirlik "Gizemli Marakeş" turuna katıldım. Otobüs yüce Atlas dağlarını aşarak 4 saatte Marakeş'e vardı. Winston Churchill, Yves Saint Laurent ve Rolling Stones gibi ünlü isimler, ve zamane Hippiler Marakeş'i dünyaya tanıtmışlar ve tarihi şehir hala 1001 gece masallarının anlatıldığı gizemli Marakeş olarak anılıyor

1001 GECE ve GİZEMLİ MARAKEŞ

Marakeş turuna katılan biz yabancı turistler Medina yani eski şehirin simgesi olan, dörtköşe minaresiyle meşhur Kutubiya camiini ziyaret ettik ve yanındaki panayır gibi kalabalık Jemaa el-Fnaa meydanını gezdik. Burada gündüz su, meyve suyu satılıyor ve yılan oynatılıp bahşiş isteniyor. Akşamları ise masalcı, falcı, şifacı ve sihirbazlar meydanı otantik ve eğlenceli yapıyor.

Eski çarşı Souk’u gezdikten sonra Fransız artist Jacques Majorelle'nin kurduğu, içinde 300 çeşit bitki olan Majorelle Bahçeleri şehir gezisinde yorulanlara güzel bir dinlenme ortamı sağlıyor. Fransız modacı Yves Saint Laurent'in Majorelle bahçesini satın aldığı ve hatta öldüğünde Laurent’in küllerinin bahçeye serpiştirildiği söylenir.

Ayrıca 19.yüzyılın sonunda bir vezirin inşa ettirdiği Fas mimarisini temsil eden muhteşem Bahia Sarayını gezdik. Cariyeler için tasarlanmış odalarla çevrili Bahia Sarayı geniş bahçesiyle mutlaka görülmeli. 16 saat süren, ama dünyada eşi benzeri olmayan gizemli Marakeş turundan gece döndük.  

MADMOİSELLE  JAMİLA, SAMİRA ve KHALİD 


Jamila, Samira, kardeşleri ve kuzeni Nejad
  Copyright © 2021 All rights reserved - Tüm hakları saklıdır  
          

Ertesi gün Agadir'in tarihi çarşısı "Souk"u gezerken vitrinde zeytinyağı şişeleri görünce dükkandaki beyaz entarili beye fiyatları sordum. Ortak dil bulamayınca içeriden 26-27 yaşlarında marketin şefi alımlı bir bayan geldi. İyi Fransızca ve biraz İngilizce konuşuyordu, "Adım Jamila, size yardımcı olabilirim" dedi. 

Bana "extra virgin-soğuk sıkma" zeytinyağı önerdi. Nereden geldiğimi, nerede kaldığımı sordu. Zeytinyağını aldım, ilgisi için teşekkür edip yürüyerek otele döndüm. Yolda kendi kendime, şu madmasel Jamila ne alımlı ve nazik bir bayan diye düşünmedim değil...

Akşam otelin lobisinde 16-17 yaşlarında bir genç beni buldu, ben Jamila’nın kardeşi Khalid. Babam seni akşam yemeğine çağırdı, ben de seni almaya geldim dedi. Böyle bir şey beklemiyordum, şaşırdım! 

 FAS KONUKSEVERLİĞİ ve KUSKUS

Antika bir beyaz Mercedes taksi ile kalabalık mahallelerin arasından geçip evlerine giderken aklıma Humphrey Bogart ile Ingrid Bergman'ın 1940'larda çekilen ünlü Casablanca filmi geldi ve Fas'ta hiç tanımadığım bir ailenin evine gittiğim için biraz ürperdim!  

Etrafı iki metre yüksek duvarla çevrili evlerine vardığımızda Jamila, annesi, babası, kardeşi Samira ve iki küçük kardeşi bizi bekliyorlardı. Selamunaleykum deyip kuskus ve tajin yemeklerinden oluşan yer sofrasına oturduk.

Mademoiselle Jamila'nın kardeşleri
Copyright©2021 All rights reserved-Tüm hakları saklıdır

Yemek yerken evsahibi Benali amca ara sıra bana dönüp ”Keyfe haluk” diyordu. Meğer "Nasılsın?" demekmiş. Ben de her sorduğunda ona ”Elhamdülillah, keyfe haluk” diyordum. Yemek bitince amcabey sessizce kalktı gitti. ”Babanız nereye gitti” diye sordum. İşyerinde yoruluyor, dinlenmeye gitti dediler. 

 PRİSON ŞEFGARDİAN

”Babanızın mesleği ne” diye sordum. Khalid: Ünlü Magrep Mahpushanesi Prison şefgardian dedi. Bir hoş oldum! 

Jamila: "Ailemi beğendin mi?" diye sordu. ”Evet aileni ve kuskus yemeğini beğendim, şükran elhamdülillah” dedim. Ortanca kardeş Samira'nın yaptığı nane çayını içtikten sonra, Khalid beni taksiye kadar yolcu etti.           

HAYIRLI BİR İŞ

Tatilin son gününde Mademoiselle Jamila biraderi Khalid ile otelin önüne gelip bana yolluk ev yapımı Fas böreği verip havaalanı otobüsüne yolcu ettiler. Madmasel Jamila bana bakıp “J’espère vous revoir! Umarım seninle tekrar görüşürüz!" dedi! Genç Khalid, babasının selam söylediğini ve "Yakında hayırlı bir iş için gelirse, haberim olsun, onu tayyaradan mahpushanenin resmi aracı ile aldırır, VIP muamelesi yaptırırım" dediğini söyledi!

Marakeş Halk Müziği ekibi  -Kaynak Fas Krallığı Turizm bürosu

Aylar sonra Türkiye’de anneme Jamila’dan söz ettim. "Çok beğendiysen kızla anlaşıp babasından isteseydin; Türkçeyi kolay öğrenirdi" dedi. Ben de ”kız fena değildi de babası biraz korkuttu beni” dedim… 

Copyright © 2021 All rights reserved - Tüm hakları saklıdır