Tuesday, March 30, 2021

AVRUPA SEYAHATİ- 1

Hacettepe Üniversitesinde İngilizce hazırlık sınıfındaki arkadaşım Sezai ile ikimiz de Yıldırım Bayazit Lisesinden geldiğimiz için tanışıyorduk. Babası bankacı olan Sezai klasik Türk Müziği eserler söylüyor ve ut dersi alıyordu. Sezai arkadaşım ile meydanlarda posta kartı satıp planladığımız Avrupa gezisi için para biriktirdik. Bir Bayram arifesinde Sıhhiye'de Orduevi karşısında THY terminalinin önünde kart satarken birdenbire sivil giyimli zabıtalar hücum ettiler. Ben yere savrulan kartlarımı toplarken zabıta benim ve bitişiğimdeki seyyar satıcının tezgahlarımızı toplayıp zabıta Desotosuna atmış. Çok üzüldüm ve seyyar satıcılık kariyerime o gün son verdim.


Istanbul

Ağustos başında Sezai arkadaşımla birer bavul yapıp Istanbul'a, oradan da Şile'ye gittik. Nazmi amcamın yanında iki gün kalıp Kumbaba ve Ağlayan Kaya'da denize girdik. Hava Kuvvetlerinde astsubay olan amcam bize Şile'yi baştan başa gezdirdi. Artistler kahvesinde Zeki Müren, Neriman Köksal, Sadri Alışık gibi artistleri gördük, ama bu sefer yanlarına gidip sohbet etmedik. Geçen yaz amcam ile Artistler kahvesine gittiğimizde meşhur şarkıcı Zeki Müren yanımıza gelip: "ne içersiniz canım?" demişti! Zamanın meşhur Şile bezi kadın elbiselerinden 6 adet aldım. Üçüncü gün sabah otobüsüyle Istanbul'a döndük.  

Bavulları dedemin evine Karagümrüğe bırakıp tramvayla Sultanahmet’e gittik. Sezai ile akşam tren kalkmadan 2 saat evvel Sirkeci garında buluşmak için anlaştık. O Beyoğlu Istiklal caddesindeki o devrin en lüks mağazası olan Vakko'dan beğendiği bir ceketi almaya ve sözlüsü Dizi hanımla vedalaşmak için onun çalıştığı Çarşıkapı'daki bankaya gitmek üzere benden ayrıldı.

Ben ise yabancıların turkuaz mavisi çinilerinden dolayı Mavi Cami-Blue Mosque adını verdikleri, Sultan 1. Ahmet’in Mimar Sinan’ın öğrencisi Mehmet Ağa’ya 1609-1617 yıllarında yaptırdığı muhteşem Sultanahmet Camiini ve Sultan Ahmet’in türbesini ziyaret ettim. Geçen yıl da Ahmet dedemle cuma günleri Fatih ve Süleymaniye Camiilerine gitmiştik. Fakat Sultanhamet Camii bir başka güzel idi!

 

Alman Çeşmesi - Deutsche Brunnen, Istanbul   Copyright © 2021
                           
                                 Copyright © 2021 All rights reserved-Tüm hakları saklıdır

Türbenin karşısındaki Lise Osmanlı tarihi kitabından hatırladığım Kaiser 2.Wilhelm'in 1898’de Almanya'dan trenle getirip Sultanahmet meydanında inşa ettirdiği sekiz mermer direkli ve iç tavanı altın mozaikle kaplı Deutscher Brunnen-Alman Çeşmesine gidip resmini çektim.

Kapalıçarşıdan Avrupa seyahatimizde satmak için kendime ve yol arkadaşıma iki düzine nazar boncuğu, incik boncuk, alpaka yüzükler, kolyeler vs. çeşitli turistik eşya aldım. 

 

Nazar Boncuğu - Evils eye

Copyright © 2021 All rights reserved - Tüm hakları saklıdır

Akşam Karagümrük'te Elif babaanenin yaptığı yemeği yiyip Ahmet dedemle beraber bavulumu alıp taksiyle Sirkeci garına gittik. Sezai ile buluştuk. "Orient Express" olarak adlandırdığımız Münih trenine öğrenci bileti aldık. Ben gözlerinden yaşlar akan dedemin elini öptüm ve ona sarıldım. Sezai de Dizi ve annesi ile vedalaştı ve trene bindik. Boş bir kompartımana iki bavulumuzu ve Elif hanımın yanımıza verdiği yolluk börek ve baklavaların olduğu fileyi yerleştirdik ve tren hareket etti. Hayret, tren ne çabuk Yenikapı, Zeytinburnu, Bakırköy, Yeşilköy istasyonlarını geçip gidiyordu...

Konduktör bilet kontrolünü yaptıktan sonra uyuyakalmışız. Edirne Uzunköprü'de Türk pasaport polisleri kompartımana girince uyandık. Polisler indi, tren kalktı ve 20 dakika gittikten sonra durdu. Yunanistan'ın Pityon istasyonuna gelmiştik. Yunan polisleri pasaport kontrolü yaptı ve biraz sonra tren tekrar hareket etti ve Bulgaristan'ın Svilengrad istasyonuna vardı. Bir saatte üç ülkenin polislerini gördük. Burada trene binen Bulgar pasaport polisleri de gittikten sonra tekrar uykuya daldık.

Sabah uyandığımızda tren Sofya istasyonunda duruyordu. Perondaki satıcılardan Bulgar böreği ve birkaç elma aldık. Tren Belgrad'a kalkarken vagona Türkçe konuşan rengarenk giyimli köylüler bindi. Onlara dedemin bize aldığı lokumdan ikram ettik. Bir saat sonra ilk istasyonda indiler. Sezai ile sanki çingenelere benziyorlardı diye söyleştik ve hemen cüzdanlarımızı kontrol ettik. Herşey yerli yerindeydi. Akşamüstü Belgrad'a vardık ve istasyondaki büfeden içecek aldık.

 Münih


Belgrad'dan kompartımana Marko adında Yugoslav bir genç bindi. İyi bir ingilizceyle Münih Üniversitesine gittiğini anlattı. Ben boşnak mı, sırp mı yoksa hırvat mısın? diye sordum. Hırvatmış. Adresini verdi, gittiğiniz yerlerden bana kart atın dedi. Ertesi gün öğlen vakti Münih'e yaklaşıyorduk. Bir istasyonda trene yeşil uniformalı Alman polisleri bindi. O devirde vize uygulaması olmadığından pasaport kontrolü yapıp üstümüze başımıza ve bavullarımıza şöyle bir göz attılar ve Münih'te nerede kalacağımızı sordular. Schloss Nymphenburg Sarayında deyince, "tabii, biz de bazen orada kalıyoruz" deyip aralarında gülüştüler ve bize Guten Reise-İyi yolculuklar dediler! 

Münih'te Sezai ile ortak arkadaşımız müze şefi Ernst Götz'ün lojmanında iki gece kalacaktık. Bu babam yaşındaki Alman amca ile geçen yıl Ankara'da bizden Hitit Müzesini sorunca tanışmış ve onunla müzeye gitmiştik. Sonra konuğumuza kebapçıda yemek ısmarlamıştık. Bir ay evvelden ona Münih'e geleceğimizi bildirince o da bize postkart atmış, benim evimde kalabilirsiniz demişti... 

 

Herr Ernst Götz, Schloss Nymphenburg Sarayı, München Copyright © 2021

Copyright © 2021 All rights reserved - Tüm hakları saklıdır

München Hauptbahnhof merkez tren İstasyonu Information önünde Schloss  Nymphenburg Sarayına hangi tramvay ile gideceğimizi sormak için sıraya girdik. Sıra uzundu ve birçok kişi danışıp bilet alıyor ve işlemler uzun sürüyordu. Ben gişeye gidip memura ingilizce: "biz yalnız şu saraya hangi tramvay gittiğini soracağız. Söyler misiniz?" diye sordum. 

Teyze bana ters ters baktı ve ”go to line-sıraya gir dedi"… Sırada biraz daha bekledikten sonra Sezai gişeye gidip şansını denedi. Teyze kızmış, "ben arkadaşına cevap verdim" demiş!  Belki bir saat sonra sıramız gelince tekrar aynı soruyu sorduk. “Nummer Sieben-Yedi Numara" dedi! Hayatımızda ilk defa Alman disiplini dersini almıştık galiba…   

Schloss Nymphenburg, müze haline getirilmiş, üçyüz yıl önce Barok tarzına yapılmış ve büyük bir bahçesi olan saraydı. Herr Ernst bizi ellerimizde bavullarla görünce sanki şaşırmış gibiydi. Bize kalacağımız odayı gösterdi, akşam gelin Pizzeria’ya gidelim dedi. Biz Sarayı, müzeyi ve çevresini gezdik. Münih düzenli, yemyeşil ve güzel bir şehirdi, tek eksiği deniz kıyısında olmamasıydı. Şehrin bir çok yerinde işçiler çalışıyor kamyonlar hafriyat taşıyordu. Ernst amca, belediyenin Metro inşaatını 1972 Olimpiyatlarına yetiştirmeye çalıştığını açıkladı! Akşam pizzaları yiyip erkenden yattık.

 

Englischer Garten 

Ertesi sabah sarayın lojmanından erkenden çıktık. Marketten kahvaltılık alıp parkta yedik. Ernst amca İngiliz bahçesini muhakkak görmelisiniz demişti. Bayern yani Bavyeralıların ünlü Englischer Garten’e gidip bütün gün o muhteşem parkı gezdik. Parkta çadır kurmuş olan onlarca uzun saçlı hippiler, birkaç gitar ve keman dikkatimizi çekti. Muhtemelen ara sıra yöresel müziklerini yapıp bahşiş topluyorlardır diye düşündük.

Cumartesi sabahı Herr Ernst, Würzburg şehrine ailesinin yanına giderken bizi de VW autosuna aldı ve üç saatte Würzburg'a geldik. Yoldaki bir benzinlikte mola verip Ernst amcaya kahvaltı ısmarladık. Ona çocuklarına verilmek üzere birkaç nazar boncuğu hediye verdik ve herşey için teşekkür ettik. 

Münih'ten gelip Frankfurt'a gidecek treni beklerken istasyon çevresindeki Foto mağazasından hakiki alman malı bir kamera/fotoğraf makinası aldım. Trenle bir saatte Frankfurt’a vardık ve yürüyerek Jugendherberge gençlik oteline gittik. Yarın kuzey yönünde Hamburg'a doğru uzun bir yolumuz vardı... 

Ertesi sabah erken saatte tramvayla kuzey otoyolu Autobahn kavşağına vardık. Otoyola çıkıp elimizi kaldırıp beklemeye başladık. Bizden sonra yakınımıza genç bir kız ve oğlan gelip otostop yapmağa başladılar. Onlarca auto hızla geçiyor, ama sanki bizi görünce gaza basıp gidiyorlardı. İlerimizdeki çift aralarında konuştular ve kız yolda elini kaldırırken erkek 5-6 metre geri çekildi. Uzun sürmeden bir auto durdu. O sırada oğlan da ortaya çıktı ve ikisi de o arabaya bindiler. 

Ellerimiz yorulmuştu otosop yapmaktan, artık sırayla el kaldırıyorduk. Yolda otosop yapan iki genç öğrenciyi arabasına alan çıkmıyordu. Tam umudumuz kesilmiş ve şehre dönüp trene binelim diye konuşurken beyaz bir araba kuvvetli bir fren yapıp 100 metre ileride durdu. Bavullarla deli gibi koştuk o arabaya. Bizden biraz yaşlı, yakışıklı bir Alman ağabey bagaja bavullarımızı aldı. Sezo öne ben arkaya oturdum ve yola çıktık. 

Bielefeld 

"Adım Manfred Schwartz fakat bana Blacky derler" dedi. Babasının Bielefeld şehrinde mobilya firması varmış, oraya gidiyormuş. Varlıklı birine benziyordu. Direksiyonunda 4 halka olan yepyeni bir Alman otomobil markası Audi’yi autobahnda çok hızlı sürüyordu. Sohbet ederek akşamüstü Bielefeld’e vardık. Blacky bize yemek ısmarladı ve şehrin kafe bar gibi birkaç mekanını gezdik. Güzel bir sütlü alman kahvesi içip Vestfalya çöreği yedikten sonra Audi'yle orman içindeki Jugendherberge Bielefeld'e gittik. 

Englischer Garten, München  Copyright © 2021

 

 Copyright © 2021 All rights reserved - Tüm hakları saklıdır

Alman arkadaşımız Blacky lakaplı Schwartz bizimle beraber otele geldi. O resepsiyondaki kızla konuşurken biz otele şöyle bir göz atalım dedik. Bahçeyi ve havuzu gezip resepsiyona döndüğümüzde Schwartz gitmişti. Vedalaşma imkanımız olmadı diye üzüldük. Ünlü karaormanların içindeki otelde uyuyup sabah kahvaltımızı yaptık ve ödeme yapmak için resepsiyona indik. 

Bir oda, iki kişi ve sabah kahvaltısı, ne kadar Deutsche Mark diye sorunca, resepsiyonist bayan: ”Nothing!” dedi ve devam etti: ”dün sizi buraya getiren arkadaşınız Herr Schwartz hepsini peşinen ödedi!” Tamamen şaşırdık kaldık! Hayatta böyle bir nezaket, dostluk ve cömertlik görmemiştik. Halbuki bizim aklımızda alman usulü diye "Alman karı koca tramvaya biner ve her biri kendi biletini öder” fıkrası vardı…

Bize birçok iyilik yapan alman ağabeye teşekkür edemeden Bielefeld Hauptbahnhof’tan Hannover ve Hamburg üzerinden Kiel trenine bilet aldık. Almanya’nın kuzeyindeki Baltık Denizi kıyısındaki Kiel’e vardığımızda akşam olmuştu. 


Danimarka’ya kalkan son feribota bindik. Feribotta tanıştığımız danimarkalı gençler, gemide Tax-Free mağazadan tütün ürünleri alıp Danimarka’da yüksek fiyata satabilirsiniz deyince onlar gibi biz de ikişer karton aldık. Gemi sabaha karşı Bagenkop limanına yanaştı. Gençleri takip edip kapısı açık bir garajda sandalyede oturarak birkaç saat uyuduk.

Sabahleyin Sezai gemiden aldığı iki karton tütünü çantacıda bir bavul ile değiş tokuş yaptı. Ben ise tütün satan bir büfeye gidip, "alır mısınız?" diye ürünleri gösterdim. Sakallı amca bana uzun uzun baktı ve ”bu yaptığınız kaçakçılık, istersem şimdi Polisi arayıp sizi içeri attırırım; ama bana bırakırsanız gemiden aldığınız vergisiz fiyatı öderim” dedi. Amca ne verdiyse saymadan aldık ve hızla uzaklaştık... 

Lolland adasında Nakskov şehrinde Sezai’nin mektup arkadaşının evine gittik. Amacımız -ikram ederlerse- orada bir çaykahve içip başkent Kopenhag'a doğru yolumuza devam etmekti. Bahçeli villanın kapısını kibar bir amca açtı. ”Adım Harald, geleceğinizden haberim var. Kızım Lotta erkek arkadaşıyla gezmeye gitti, ama buyurun akşam yemeğine kalın” dedi. 

Sezai ile birbirimize baktık! Tabii ki bu nazik daveti kabul ettik ve Lotta'nın babası, annesi ile biz dördümüz sofraya oturduk. Bielefeld’den sonra ilk defa sıcak yemek yediğimizi söyleyince kadıncağız yemekten sonra masaya yuvarlak bir yaş pasta getirdi ve biz hepsini yedik. Harald bey: ”evimizde boş oda var, bu gece bizde yatabilirsiniz, yarın sabah ben araba ile Kopenhag yönüne gideceğim, sizi de yanıma alabilirim. İsterseniz ailemizin Kastrup havaalanı yakınındaki yazlığında birkaç gün kalabilirsiniz” deyince sevindik ve -tabii ki memnuniyetle! dedik. 

Screenshot: GoogleMaps


Kopenhag 

Lotta’nın babası Harald sabah bizi uyandırdı ve ev sakinleri uyurken biz üçümüz erkenden yola çıktık ve iki saatlik yoldan sonra Solrödstrand’a vardık. Beyefendi kapının altındaki gizli yerden anahtarı aldı ve iki odadan oluşan yazlığa girdik. Ev sahibi evi bize tanıttı, ”ileride kumluk sahil var gidip bakın; Kopenhag merkeze yarım saatte trenle gidebilirsiniz. Çıkarken etrafı temizleyin ve anahtarı kapının altına aldığımız yere bırakırsınız, hey hey” deyip gitti.

Yazlığın banyosunda kirli çamaşırlarımızı yıkadık, bomboş olan rüzgarlı sahili gezdikten sonra trene binip Kopenhag merkeze gittik. Derli toplu şirin bir başkentti. Şehrin simgesi olan bronzdan yapılmış deniz kızı heykelini gördük ve içinde renkli bir Luna Park olan Tivoli Gardens Bahçelerini gezdik. Ertesi sabah giysilerimizi ütüleyip yine şehre indik. Rejsebureau acentasına girip Stockholm veya Helsinki’ye bilet sorduk. 

Yarınki Helsinki direkt vapur seferine pulman koltuklu öğrenci biletlerimizi aldık. Sonra markette yiyecek alırken Türk malı Paşabahçe sürahi gördük. Dedim ki adamın yazlığında bardak kadeh var, ama sürahi yok. Ne dersin teşekkür niyetine alalım mı? Sezai kardeşim tabii ki, iyi fikir dedi ve sürahiyi aldık.

Kopenhag’ın belli başlı görülecek yerleri olan balıkçı tekneleri ve restoranlarla dolu tarihi Nyhavn limanını gezdik ve tavsiye üzerine Tuborg bira fabrikasını ziyaret ettik. Tuborg fabrikası rehber eşliğinde gruplar halinde yarım saatte geziliyor ve en sondaki salonda konuklara alkollü veya alkolsuz bira ikram ediliyordu. Biz alkolsüz birayı seçtik, ama salona sinmiş olan üre kokusunu andıran keskin bira kokusu bizi rahatsız etti. Birer fırt çekip çıktık ve 30 km uzaktaki yazlığa Solrödstrand'a döndük. 

M/S Finlandia gemisi- Kopenhag-Helsinki  Copyright © 2021

 Copyright © 2021 All rights reserved - Tüm hakları saklıdır

Danimarka’daki son günümüzde Harald beyin yazlığının içini ve bahçesini temizledik. Sürahiyi masaya koyup paketin üzerine ingilizce "Thank you for everything - Herşey için teşekkürler" yazdık. Kapıyı kilitleyip anahtarı yerine koyduk ve gemiye binmek için şehre gittik. Skandinavienkai rıhtımından "Finlandia" adlı modern gibi bir gemiye bindik. Yolcuların çoğu Finlandiya’ya dönen Finliler, Alman ve Danimarkalı turistlerdi.  

Gemide çok sayıda gençler olduğundan birbuçuk gün süren yol su gibi geçti. Yanımızdaki eşyalardan birkaç Şile bezi elbise ve incik boncuk süsleri geminin kafeteryasında sattık. Hem yükümüz azaldı hem de ikiyüz Mark kazandık. Gece pulman koltuklarda uyuduk. 

Bu yolculuktan aklımda ilginç bir hatıra kalmış. Gemideki Finli gençlerden bize birkaç kelime Fince öğretmelerini istedik. Onlar da kağıda Merhaba, Nasılsın, teşekkür gibi sözlerin Fincesini yazıp bize verdiler. 

Helsinki 

Ertesi gün gemi adaların arasından Finlandiya'nın başkenti Helsinki'ye yaklaşırken güverteden muhteşem manzaralar seyrettik. Helsinki limanında pasaport polisine dün Finli gençlerin yazdığı kağıda bakarak Merhaba-Voi että dedim. Polis bana baktı ve ingilizce: "ne dedin?" dedi. Ben de elimdeki kağıdı gösterip Hello demek Fin dilinde "Voi että" demek değil mi? diye sordum. "Bak genç, birisi sana eşek şakası yapmış, o senin söylediğin: Vay canına! demek. Ayıp bir söz değil, ama selamlaşmada kullanılmaz. Fincede merhabanın karşılığı Hei veya Terve'dir" dedi! Anlayışlı bir polis memuruna rastlamıştım, yoksa tersleyebilirdi de…

Belediye başkanlığı, İsveç Elçiliği ve Cumhurbaşkanlığı Ofisi,  Helsinki

 Copyright © 2021 All rights reserved - Tüm hakları saklıdır

Eteläsatama Güney limanından limanından yürüyerek 1952 Helsinki Olimpiyatlarının yapıldığı Olympiastadion kulesinin yanındaki Nuorisomaja-Youth Hostel gençlik oteline vardık. En uygun fiyatlı 6-8 kişilik ranzalı odaya kaydolduk ve bavulları bırakıp dışarı çıktık. 

Helsinki’den ilk izlenimim: oraya buraya yeşil parklar serpiştirilmiş ve geniş caddelerin etrafına dizilmiş yaklaşık 100-200 yıllık neoklasik mimari akımı andıran devlet binaları ve daha yeni modern binalardı.  

Boşuna Finlandiyalılar Helsinki'ye Baltık Denizinin güzel kızı dememişler! Biraz Alman şehirlerine benzeyen Helsinki'nin kıyıları ve adaları şehre eşsiz bir doğal güzellik katıyordu!


 Copyright © 2021 All rights reserved - Tüm hakları saklıdır